MEVSİM sonbahardı. Ankara’da o gün hava ılıktı. Akşama az kalmıştı. Mahallenin çocuklarıyla birlikte küllükte oynuyorduk. Her gün olduğu gibi ezana kadar oynamaya devam edecektik. Burası gecekondularda oturan çocukların eğlence yeriydi. Ama annelerimiz hep kızıyordu. Zira önlemek için ne kadar uğraşsakta üzerimiz toz ve buraya atılan küller nedeniyle kirleniyordu. Yine de küllük bizim yerimizdi...
Birden Tombiş Ali yanımızdan koşarak geçti. Sanki bir telaşı vardı. Arkasından seslendim, “Nereye gidiyorsun Tombiş?” dedim.
Ali zorla nefes alıyordu. “Çöplüğe, çöplüğe!” dedi. Son hızla koşuyordu.
“Çöplüğe mi? Dur, ben de geliyorum!” dedim ve peşine takıldım.
Saman Bağları’ndaki gecekonduları bir bir geçtik. Akdere’nin çöplüğü biraz ötedeydi. Aslında oraya gitmemiz yasaktı. Ama bazen giderdik. Büyük insanlar gider orada birşeyler toplarlardı. Çok pis, kirli ve dağınık bir yerdi. Girişinde açık bir alan vardı.
Nihayet vardık. Mahallenin çocukları orada birikmiş oynuyorlardı. Ancak ellerinde birşey vardı. Onu daha önce hiç görmemiştim. Tuhaf birşeydi. Alıp alıp havaya fırlatıyorlardı. Bir süre uçuyor sonra yere düşüyordu. Hayır düşmüyor, kuş gibi yere konuyordu. Tekrar alıp bir daha fırlatıyorlardı. Ellerindeki o şey neyse, gerçekten kuş gibi uçuyordu.
Çok heyecanlandım. Benim de bir tane ondan olsun istedim. Ben de herkes gibi havaya fırlatmak istedim.
Ali’ye “Bu nedir?” diye seslendim.
“Bilmiyor musun? O bir kağıttan uçak” dedi.
Bir an düşünceye daldım. Uçak mı? Uçaklar kağıttan mı oluyordu? Uçaklar bu kadar ufak mıydı?
Uçağı Ankara semalarında çok görüyorduk. Ama onu ilk kez köyümüzdeyken görmüştüm. Zaman zaman üzerimizden uçardı. O kayboluncaya kadar ağızlarımızla tuhaf sesler çıkarırdık. Uçağı köyden böyle yolcu ederdik. Fakat onu hiç yakından görmemiştik.
Ali’ye “Ben de uçak istiyorum,” dedim.
Ali çöplüğü göstererek “Git oradan bir kağıt bul” dedi. Sonra çenesiyle işaret ederek “Bak o abiye götür. O, uçak yapmasını biliyor” dedi.
Büyük bir heyecanla hemen aramaya koyuldum. Bir kağıt bulursam benim de uçağım olacaktı!
Çöplerin arasında sağa sola bakındım. Ortalıkta düzgün bir kağıt bulmak zordu. Sonunda biraz buruşmuş da olsa bir parça buldum. Aldım, uçak yapmasını bilen o büyük oğlana götürdüm.
“Bana uçak yapar mısın?” dedim.
Oğlan “Sen de kimsin?” der gibi bir baktı ve “Bundan uçak olmaz oğlum” dedi.
Birden yüreğime keskin bir acı düştü. “Ama ne olur yap, abi?” diye ısrar ettim.
Oğlan kağıdı elimden aldı, bir iki dürüp katladı. Hemen oracıkta bana bir ‘uçak’ yaptı.
Oğlan uçağı denemek için havaya attı. Uçuşu hiç de fena değildi. Bir süre uçtu. Havada bir de kavis yaptı. Sonra yere kondu. Gittim onu yerden aldım. Çok sevindim. Uçağımı çok sevmiştim. Artık benim de uçağım vardı. Sevinçten uçak gibi havalarda uçuyordum. Bir değil bütün dünyalar benim olmuştu.
Çocukların arasına daldım. Artık ben de onlardan biriydim. Benim de bir uçağım vardı. Hem de iyi uçuyordu. Onlar gibi ben de atmaya başladım. Benimkisi de onlarınki gibi uçuyordu. O çok güzel bir oyuncaktı. Atıyorsun, kendiliğinden tek başına uçuyordu. Havada daireler çiziyor sonra da süzülerek yere iniyordu. Alıyorsun bir daha atıyordun. İstediğin kadar atabiliyordun. Hiç bitmek tükenmek bilmiyordu.
Gökyüzü uçaklarla doluydu. Altı buçuk yıllık hayatımın belki de en mutlu gününü yaşıyordum. Zira bu uçak hayatımın en kıymetli oyuncağı idi. Çünkü kağıdını ben bulmuştum. Yapımında, hani, emeğim geçmişti.
Bazı uçaklar çok iyi uçuyor bazıları da pek iyi uçamıyordu. Hatta bazıları da havalanmadan doğrudan yere çakılıyordu. Benimkisi öyle değildi. Benimkisi çok iyi uçuyordu.
Bütün çocuklar doyasıya eğleniyordu. Güneşin batmasına inat oynamaya devam ediyorduk.
Bu uçak işini kim akıl etmişti? Uçak yapmasını acaba okula giden çocuklar mı biliyordu? Okulda mı öğretiyorlardı? Ben de okula gidersem tek başıma kendi uçağımı yapabilecek miydim? Okula gidersem kağıtlarım olur, istediğim kadar uçak yapardım.
Eve varınca mutlaka kardeşim İsmail’e gösterecektim. Ona da attıracaktım. Ama Cemile ufaktı. O uçaktan anlamazdı. Akşam yatarken uçağımı mutlaka başucuma koyacaktım. Hatta yeni alındığında potinlerim gibi onu da yatağımın içine alacaktım. Sabah uyanır uyanmaz uçağımla oynayacaktım.
Uçağımla hem oynuyor hem hayaller kuruyordum. Lakin hava hepten kararmaya başladı. Birazdan ezan sesi duyulacaktı. Ama eve hiç gitmek istemiyordum. Sabaha kadar uçağımı uçurtmak istiyordum. Ancak geç kalırsam annem kızar diye de korkuyordum.
Çocuklar yavaş yavaş dağılmaya başladı. Eve dönme vakti gelmişti. Gitmeden uçağımı son bir kez daha fırlattım. Uçak gitti, onu yapan oğlanın önüne düştü. Yerden almak için koştum. Tam da yere eğilirken birden dünyalar başıma yıkıldı. Oğlan ayağını kaldırdı üzerine basarak onu param parça etti.
Oğlan bana bir baktı ama birşey demedi. Alaycı bir yüz ifadesiyle “Bir diyeceğin mi var lan? Hem yaparım hem yıkarım” der gibi döndü gitti.
Parçalanmış uçağımı elime aldım. Artık uçabilecek hali kalmamıştı. Orada dona kaldım. Başımdan sanki buz gibi su aktığını hissettim. Dudaklarımı çiğniyordum. Dışa vurmadım, gözyaşı dökmedim, ama içten içe, yutkuna yutkuna ağlıyordum. Uçağımı anneme gösteremeyecek, İsmail’e de sabah attıramayacaktım.
O an dünyada sadece üç şey vardı... Bir ben, bir parçalanmış uçağım ve bir de o zalim oğlan. Andolsun ki ömrüm boyunca zalimleri asla sevmeyecektim. Andolsun ki gücüne güvenerek zorbalık yapanlardan ömür boyu nefret edecektim.
Artık güneş batmıştı. Herkes evine dönüyordu. Ben ise parçalanmış uçağımı kalbime gömmüştüm. Uzaktan gelen ezan sesiyle eve doğru yol almaya başladım.
SÜRECEK