ANNEM yeni bir eve taşınacağımızı söyledi. Ancak bu kez çok uzaklara gitmeyecektik. Evimizin yanından geçen yolun devamında olan Scotchmer Street’e taşınacaktık. Babam taksiciye “Fortifor Sikoçmen Sitrit Nort Fizroy” dedi. Taksici bizi yeni evimizin önünde indirdi. Artık burası Canning Street, Carlton değildi. 44 Scothmer Street, North Fitzroy idi.
Evimizi değiştirmiştik ama okulumuzu değiştirmeyecektik. Buna çok sevinmiştik zira okulda arkadaşlarımız vardı. Üstelik onlarla artık İngilizce de konuşabiliyorduk.
Yeni evimizin arka tarafının bitişiğinde ufak bir ev daha vardı. Orada İtalyan bir aile oturuyordu. Onlar da kiracı idi. Adamın adı Mario idi. Eşine Sinyora diyordu. Bir de Angelo adında oğulları vardı. Angelo çok yaramaz idi. Babası onu çok dövüyordu. Buna rağmen Angelo yaramazlık yapmaktan vazgeçmiyordu.
Yeni evimize taşınmakla okulumuzdan uzaklaşmış olduk. Ama İsmail’le birlikte tek başımıza okula gidiyor ve de kaybolmadan dönebiliyorduk. Tramvaylı yol olan Nicholson Street’ten sağa, daha sonra da tren yolunu geçince sola dönüyorduk.
Sınıftaki çocukların zaman zaman dişleri çıkıyordu. Benim de dişlerimden çıkanlar oluyordu. Disler kendiliğinden gevşeyip yerinden düşüyordu. Öndekilerden sonra yandakiler de düşmeye başlamıştı.
Dişi çıkan bir çocuk bir başkası ile konusuyordu:
- Düşen dişimi gece yatağımın altına koydum.
- Yanına su ve ekmek de koydun mu?
- Evet, koydum.
- Diş perisi geldi mi?
- Gelmiş! Oyuncak ve paralar bırakmış!
- Bana da geldi. Bana da oyuncak ve paralar bıraktı!
Diş perisini daha önce hiç duymamıştım. Tombiş Ali neden diş perisinden hiç bahsetmemişti? Annem de diş perisinden hiç bahsetmedi. Köyde de diş perisinden bahseden yoktu. Diş perisine ekmek ve su bırakma işi neden Türkiye’de yapılmıyordu? Diş perisi Türkiye’de yok muydu? Bu sadece Avustralya’ya ait olan birşey miydi? Kitaplardaki perilerin kanatları vardı. Diş perisi de kanatlı mıydı?
Kısa bir zaman sonra bir dişim daha düştü. Ama onu sakladım. Akşam olunca yatağımın altına koyacaktım. Diş perisi onu alacak ve yerine para ve hediyeler bırakacaktı!
Bunu kimseye söylemedim. İsmail ve Cemile de bilmiyordu.
Akşam olunca bir bardak su aldım yatağımın altına koydum. Bir parça da ekmek. Yanına da dişimi bıraktım. Diş perisi acaba ne kadar para bırakacaktı? Yirmi sent mi, yoksa elli sent mi? Oyuncak olarak bir araba mı yoksa televizyondaki robottan mı bırakacaktı?
O akşam heyecandan zor uyudum. Değişik değişik rüyalar gördüm. Sabah uyanır uyanmaz başımı yatağın altına uzattım. Fakat su orada duruyordu! Ekmek de! Diş de yerinde idi! Ne para vardı ne de hediye! Diş perisi gelmemişti! Gözlerime inanamadım.
Şimdi bunu okuldakilere nasıl anlatacaktım! Herkese gelen peri bana neden gelmemişti? Ben Türkiye’den gelmiştim acaba ondan mı gelmemişti? Peri yoksa oraya koyduğum ekmeği mi beğenmemişti? Periler viyana ekmeği değil de dilmlenmiş beyaz ekmeği mi beğeniyordu? Bunun muhakkak bir sebebi vardı ama nasıl öğrenecektim?
Bu olaydan sonra çok dişim çıktı ama bir daha periye bırakmadım.
Ticaret ve su
Okulda Miss Preston ‘Anneler Günü’nünden bahsetti. Anneler Günü’nde annelere hediyeler alınırmış. Bunu da ilk defa duyuyordum. Anneler Günü’nden bahsedeni hiç duymamıştım. Ne annem ne de babamdan böyle birşey duymuştum.
Miss Preston Anneler Günü için sınıfımızda satışların yapılacağını söyledi. Bunu anneme anlattım. Annem para verdi. “Kendine birşeyler alırsın” dedi.
Miss Preston masaların üzerine değişik şeyler sermişti. Güzel hediyelik eşyalar vardı. Onları satın alanlar para ödüyor, birileri de sırayla kasada duruyordu. Ben kasada durmayı çok sevmiştim. Çünkü alışverişi çok seviyordum ve daha önce de çok yapmıştım.
Akdere’deki pazarda babamla kavun, karpuz gibi meyve satmıştım. Yine Ankara’nın iyi semtlerinde çetene satmıştık. Henüz okula başlamamıştım ama hesap etmesini biliyordum.
Bir gün baktım kuzenim Osman Kuyruk elindeki testi ve tasla cadde cadde dolaşıyordu. Sorduğumda bana “Su satıyorum. Bardağı beş kuruş” dedi. Bunu duyunca birden heyecalandım. “Ben de su satmak istiyorum” dedim. Osman “Evden bir testi, bir de tas al gel” dedi. Derhal eve koştum. Evde bir tane testi vardı, onu ve bir de çinko tas aldım.
Oradan tekrar Osman’ın yanına koştum. Testiyi dereden akan sudan doldurdum. Su satmaya başladım. İsteyene bir tas dolduruyordum. İçenden beş kuruş alıyordum. Su satma işini o yaz devam ettirdim. Su havalar çok sıcakken çok satılıyordu. Günde bir lira kazandığım oluyordu. Osman daha büyük olduğu için o daha çok satıyordu. Yetmişbeş kuruş kazandığımda bir ekmek alıp akşam eve öyle dönüyordum. Kamyon sürücüleri gibi bazı insanlar iki bardak içiyordu. İki bardak için on kuruş veriyorlardı. O suyu bütün bir gün boyunca sokak sokak taşıyorduk.
Bir keresinde tam 175 kuruş kazandım. En çok para kazandığım gün o gündü. O gün karne bile gerekmeden Bakkal Haydar’dan iki tane ekmek aldım. Bir de kendime bir gofret ve fotoğraflı ciklet... Fotoğraflı cikletten bir futbolcunun resmi çıktı. Tombiş Ali “O adam Beşiktaşlı. Ama ben Galatasaraylı’yım” dedi. Madem bana Beşiktaşlı oyuncu çıkmıştı ben de bundan sonra Beşiktaşlı olacaktım.
İşte su sattığım için hesabım da çok iyiydi. Bu nedenle sınıftaki satışta hiç yanlışlık yapmadım. Miss Preston bundan memnun kaldı. O gün çocuklara çok şeyler sattım. Tebrik kartı, boyama defteri, plastik çicek, boyalı ve tükenmez kalemler ile değişik küçük oyuncaklar...
Sonunda ben de alışverişte bulundum. On sente güzel bir ambalaja sarılmış bir sabun aldım. Güzel de kokusu vardı. Onu anneme verecektim.
Bakkala gitmek, ekmek ve süt almak benim görevimdi. Bunu Akdere’de de yapmıştım, Canning Street’te de yapıyordum. Ama aldıklarımı hepimiz için alıyordum. Fakat sabunu ise anneme almıştım.
O sabunu gururla eve götürdüm. Annemin işten dönmesini bekledim. Gelince kendisine verdim. O da çok sevindi. “Çok güzel kokuyor” dedi. Biraz utandım çünkü hayatımda ilk defa anneme birşey veriyordum.
SÜRECEK