Özel Sayfa herkese
açık. Bu bölümde
sizden gelenlere de
yer vereceğiz.
Anı, fotoğraf, ilginç
bulduğunuz haber ve yazıları
editor@turkishreport.com.au
adresine gönderebilirsiniz.
  • 6 Aralık 2024 Cuma
  • Avustralya’nın Türkçe sesi
  • Menü Simge

    ANI

    ÖNCEKİLER

    Ramazan ve bayram

    BABAM bir gün işyerinden eve bir kağıt getirdi. “Bu bir imsakiyedir. Ramazan ayında oruç buna göre tutuluyor” dedi.

    İmsakiye denilen bu kağıdı işyerinde Hasan Dellal adında bir adam dağıtmış. O adam Kıbrıslı imiş. Babam, Türkiye’den gelmedikleri halde Kıbrıslılar'ın da Türk olduklarını söyledi. Kıbrıslılar Türkiye’den gelenlere göre Avustralya’ya çok eskiden gelmişler. Bu nedenle İngilizceleri çok iyiymiş. İşyerinde, Türkiye’den yeni gelenlere çok yardımda bulunmuşlar. Önceki yıllarda olduğu gibi Ramazan ayı için bu yıl da bir imsakiye hazırlamışlar.

    İmsakiyenin üzerinde ‘1970 Melbourne İmsakiyesi’ yazıyordu. Birinci gün ise 1 Kasım’dı. İmsakiyenin baskısı çok da iyi değildi. Hatta bu nedenle yazıları zor okunuyordu. Bir de çok tuhaf bir kokusu vardı. Babam kokunun mürekkebinden kaynaklandığını söyledi.

    O imsakiyeyi babam mutfaktaki duvara çiviledi. Annem ve babam hergün oradaki saate göre oruçlarını bozacaklardı. Ama Akdere’de iken Ramazan imsakiyemiz hiç olmadı. Oruç orada hep, hem de ta uzaktan gelen bir top sesiyle bozuluyordu. Orucu ilk defa top sesi olmadan acacaktık.

    Türkiye’de iken İsmail, Cemile ve ben hiç oruç tutmadık. Zira yaşımız küçüktü. Fakat Ramazan aylarında gündüzleri pek birşey yemiyorduk. Hele hele iftara az bir vakit kalmışsa ağzımıza hiçbir şey almıyorduk. Zaman zaman sabırsızlansam da annem “Oğlum, iftara az kaldı. Biraz sabret” diye beni ikaz ederdi.

    Ramazan gelmiş gitmiş

    Avustralya’ya ilk geldiğimiz günden bir hafta sonra Ramazan ayına girilmiş. Ama annem ve babam bunun farkında olmamış. Zira o günlerde kimsede imsakiye yoktu. İftar için ezan ya da top sesi de yoktu. Ramazan ayı çok bilinen ya da konuşulan birşey değildi. Zira işyerinde Türk olanların sayısı çok azdı. Üstelik takvim olmadığı için ayları takip etmek çok zordu. Akdere’de olduğu gibi top sesi de yoktu.

    Annem ve babam Avustralya’daki ilk Ramazan ayının gelip gittiğini bilmedikleri gibi Kurban Bayramı’nın da gelip geçtiğini bilememişler. İşte o günlerde Mehmet Ateş amcam bize uğradı. Babama elini uzatarak “Emmioğlu bugün Kurban Bayramı” dedi.

    Bayram olduğunu annem o gün öğrendi. Ve bu duruma çok ama çok üzüldü. “Bayram gelmiş haberimiz bile yok” dedi. Ve üzüntüden az kalsın ağlamaya başladı.

    Ramazan için hazırlıklar

    Annem Ramazan ayı için hazırlık yapmak istedi. “Biraz un alalım, mantı yapalım” dedi. Markete gittik, mantı ve başka şeyler yapmak için lazım olan malzemleri aldık.

    O hafta tekrar mantı yaptık. Yine hepimiz yardımcı olduk. Cemile ağzındaki emzikle hem bize laf yetiştiriyor hem de mantı büküyordu. Ama büktüğü pek de mantıya benzemiyordu. Mantı bükme konusunda İsmail’le münakaşa etti. Babama da teyit ettirmek için “En güzel mantıyı ben büküyorum değil mi baba, değil mi?” dedi. Babam da her zamanki gibi “Tabi, kızım, tabi” diye cevap verdi. Bunun üzerine İsmail’e dönerek “Bak, demedim mi?” dedi.

    Annem bizi susturmak için “Çavuş, mübarek günler yaklaşıyor. Çocuklara sûreleri okutalım” dedi. Bunun üzerine sûre ve dua ezberlemesi yaptık. Artık ‘subhaneke’, ‘elham’ ve ‘ettehiyatü’yü iyice ezberlemiştik.

    Mantı yaparken unumuz yetmedi. Annem bana “Oğlum, git bakkaldan biraz un al” dedi. Bakkala gittim ve adama unu anlatmaya çalıştım. Adam bir paket çıkardı. Üzerinde buğday resmi vardı. On sent verdim onu eve getirdim. Annem o unu hamura kattı. Fakat o da yetmedi. Bunun üzerine bakkala bir daha gittim ve bir paket daha aldım. Onu da kullandık. Fakat annem undan şüphelendi. “Bu un değil, nişastaya benziyor” dedi. Evet, adam bana un yerine nişasta vermişti.

    Annem adama çok kızdı. “Gözü kör mü? Un değilde neden nişasta verdi?” dedi.

    Tarhana, baklava ve hoşaf 

    Mantıdan sonra annem bir de tarhana yapmak istedi. Tarhana yapmayı annem Ankara’da öğrenmişti. Zira tarhanayı köyümüzde bilen yoktu.

    Marketten biber, soğan ve bir kasa dolusu domates aldık. Annem onları kıyma makinesinden geçirdi. Sonra da evdeki yoğurdumuzla kararak hamur yaptı. Ardından kurutmak üzere tarhana hamurunu bir çarşaf üzerine serdi. Hamur sertleşince annem tarhanayı yine makineden geçirerek toz haline getirdi. Onları yine bir süre kuruması için çarşafa serdi. Tamamen kuruyunca tarhanayı bir kavanoza koydu. Ramazan ayı için hem mantı hem de tarhana çorbamız artık hazırdı!

    Ramazan’ın ilk gün iftarı için annem yaprak sarması ve biber dolması yaptı. İçini ve herşeyini tek başına yaptı. Sarma ve dolma işine bizi karıştırmadı.

    Annem sahur için de bazı yiyecekler hazırladı. Çeşitli meyvelerden hoşaf yaptı. Annem “Susuzluk için hoşaf iyi gelir” dedi.

    Ankara’da iken sahurda muhakkak hoşaf olurdu. Hoşaf en çok kuru üzüm, kaysı ve kirazdan yapılırdı. Suyu bol olduğu halde çok tatlı olurdu.

    En sonunda annem bir de baklava yaptı. Baklavayı yapmak çok uzun zaman aldı. Hamuru açmak, cevizi kırıp yaymak, sonra da sarıp fırında pişirmek kolay değildi. Fakat şerbetini hazırlarken şeker kesilmesin diye karıştırma işini bana yaptırdı.

    İlk sahur ilk iftar

    Ramazan ayının birinci günü pazar gününe denk geldi. Babam pazar günleri çalışmadığı için evde olacaktı. Fakat o ‘afternoon shift’ çalıştığı için diğer günlerde ise iftarı işyerinde yapacaktı.

    Cumartesi akşamından ilk gün için hazırlık yaptık. Oruç tutmayacağımız halde annem “Sizi de sahura kaldıracağım” dedi.

    O akşam yatağa heyecanla girdik. Zira sahura kalkacaktık. Ankara’da da sahura kalkmıştık. Ama bu Avustralya’daki ilk sahurumuz olacaktı.

    O gece mutfaktan gelen seslerden dolayı uyandım. Sonra sahura kalkacağımızı hemen hatırladım. Yatak odası karanlıktı ama kapısı hafif açıktı. Mutfaktan hem ses hem de hafiften bir ışık geliyordu. Bir konuşma sesleri bir de ocaktan gelen koku vardı. Belli ki annem mayalı ekmek yapıyordu. Uyanmamak mümkün değildi. İsmail’i de uyandırdım. Ona “Kalk, sahur oldu” dedim.

    Annem ekmekleri yumurtalı un karışımına banıyor sonra onu ocakta kızartıyordu. Babam da hem yardım hem de sohbet ediyordu. Her zaman olduğu gibi eski günleri konuşuyorlardı. Fakat evi mis gibi bir koku sarmıştı. Annem sanki hiç yatmamış gibiydi. Tüm hızıyla bir yandan yemek yapıyor bir yandan da sofrayı hazırlıyordu.

    Sofrada mayalı ekmek, katmer ve yanıç vardı. Onları annem gece kalktığında yapmıştı. Bir de zeytin, peynir, çay ve hoşaf vardı. Ve de bol miktarda su. Sofraya oturduk onlardan yedik. Herşey taze olduğu için çok lezzetliydi. Yemekten sonra yatmak için odamıza gittik. Birinci günün heyecanıyla tekrar uykuya daldık.

    Ramazan ayının ilk günü olan pazar günü serin bir gün idi. O akşam ilk iftarımızı yapacaktık. Sık sık duvardaki imsakiyeye gidip iftar vaktine bakıyordum. İlk gecenin iftarı saat 19:05’de yapılacaktı.

    İftar yemeği için annem mantı yaptı. Yoğurdun sarmısağını yine bana dövdürdü. Mantıdan sonra pilav, sarma ve dolma vardı. Bir de sahurdan kalan hoşaf. En sonunda da çayla birlikte baklava.

    Ertesi gün okulda Miss Preston’a Ramazan ayını anlatmaya çalıştım. Akşama kadar yemek yenilmediğini söyledim. Miss Preston birden ürperdi. “Siz de mi yemek yemiyorsunuz?” dedi. “Çocuklar oruç tutmuyorlar” deyince biraz rahatladı.

    Ramazan ayının üçüncü günü olan 3 Kasım salı günü tatildi. O gün at yarışlarının yapılacağı Melbourne Cup Day idi. Tatil olduğu için annem ve babam da o gün evde olacaklardı.

    O akşam iftarda Melbourne Cup Day’i konuşurken annem perşembe gününden bahsetti. O gün Avustralya’daki birinci yılımızı dolduracağımızı söyledi. Ardından birden hüzünlenmeye başladı.

    Ramazan hatıraları

    Ramazan ayı boyunca hergün annemle iftar yaptık. Babamla ise sadece pazar günleri yapabiliyorduk.

    Bir gün iftar bitince annem Ramazan ayının benimle ilgili olan bir hatırasını anlattı. Karacaören Köyü’nde benim Ramazan ayının ikinci cuma gününün sabahında doğduğumu söyledi. O nedenle benim doğduğum günü ve zamanı hiç unutmadığını söyledi. Adımı da doğumumda ebelik yapan kadının ricası üzerine Kazım koymuşlar. Ebenin bir oğlu varmış. Adı Kazım’mış. Ebe oğlunu çok seviyormuş. Anneme “Bu çocuğu çok sevdim. Onun da adını Kazım koyalım” demiş. Annem kabul etmiş. Benim adım böyle konmuş. Babamın haberi olmamış. Zira babam o sırada birkaç aylık askermiş.

    Ben doğunca Bekir dedem babama mektup yazmış. Mektupta “Oğlum Ahmet, sana müjde. Kazım adında bir oğlun oldu” demiş. Benim doğduğumu babam böyle öğrenmiş.

    Babam erken terhis olmak için askerden hiç izine gelmemiş. O nedenle de askerliği bitinceye kadar beni hiç görmemiş.

    Babam askerden döndüğünde ben bir yaşından biraz büyükmüşüm. Babamı tanımadığım için onu evden kovmaya çalışmışım. Annemi ondan korumaya çalışıyormuşum. Babama alışmam epey bir süre almış.

    İlk bayram

    Bayram yaklaşınca annem kadayıf yapacağını söyledi. O nedenle Victoria Market’e gidip gerekli olan malzemeleri aldık. Kadayıfın şekeri kesilmesin diye karıştırma işini yine bana verdi.

    Ramazan’ın sonunda annem bayram günü okula gitmeyeceğimizi söyledi. Bana “Bunu öğretmenlerinize anlat” dedi. Ama öğretmenlere bayramı nasıl anlatacaktım? Zira Miss Preston’a Ramazan ayını ve orucu zor anlatmıştım. Bayramın İngilizce nasıl denildiğini bilmiyordum. Bayram için bizim ‘Easter’ımız ya da ‘Christmas’ımız mı demeliydim?

    Miss Preston’a, 1 Aralık salı günü İsmail’le okula gelmeyeceğimizi söyledim. “Çünkü o gün Türkler’in özel bir günü” dedim. Öğretmen bundan tam olarak birşey anlamadı. Sadece başını salladı “Tamam” dedi.

    Bayram günü sabah erkenden uyandık. Ama annem o gün işe gitmişti. Babam ise işten yeni gelmişti. Güzel elbiselerimizi giyindik ve öğleye doğru annemin çalıştığı fabrikanın yakınındaki Edinburgh Gardens parkına gittik. Beraberimizde yiyecekler götürdük. Yemek saatinde annem yanımıza gelecekti.

    Az bir zaman sonra annem çıktı geldi. Orada annem ve babamla bayramlaştık. Ellerini öptük. Bize para verdiler. Orada ailece başbaşa ilk bayramımızı kutladık. Daha sonra tekrar evimize döndük. Az sonra babam işe gitti. Biz de annemizi evde bekledik.

    SÜRECEK

    Mısır unu paketi, kadayıf ve Fitzroy Gardens.

    ÖNCEKİLER

    Okulumuzu Ruslar mı yaktı?

    İsa’nın yüzünden başıma gelenler

    MCG’de maça gittik

    DİĞER BÖLÜMLER

    ÖZEL SAYFA

    ANKET

    EDİTÖRE GELENLER

    MAVİ SAYFA

    SÖZLÜK

    CRIME STOPPERS