Özel Sayfa herkese
açık. Bu bölümde
sizden gelenlere de
yer vereceğiz.
Anı, fotoğraf, ilginç
bulduğunuz haber ve yazıları
editor@turkishreport.com.au
adresine gönderebilirsiniz.
  • 22 Ocak 2025 Çarşamba
  • Avustralya’nın Türkçe sesi
  • Menü Simge

    ANI

    ÖNCEKİLER

    Hayvanat bahçesine gezi

    ANNEM bir gün “Pazar günü hayvanat bahçesine gideceğiz” dedi. Bu haber bizi çok heyecanlandırdı. Zira daha önce hayavanat bahçesine hiç gitmemiştik. Hatta daha önce hayvanat bahçesini hiç duymamıştık. Okulda bile ondan bahseden olmamıştı.

    Ankara’da var mıydı, yok muydu, onu bilmiyordum. Ama olmuş olsaydı Tombiş Ali muhakkak bahsederdi. Bahsetmediğine göre herhalde Ankara’da hayvanat bahçesi yoktu. Ankara’da bazen Gençlik Parkı diye bir yerden bahsedilirdi ama oraya da hiç gitmemiştik.

    Babama “Türkiye’de hayvanat bahçesi var mı?” diye sordum. O da “Tabi oğlum. Türkiye’de de hayvanat bahçesi var. Türkiye’de herşey var” dedi.

    Hayvanat bahçesine evimizden yürüyerek gittik. Bize o gün başka bir amca ve ailesi katıldı. Onların da çocukları vardı.

    North Fitzroy’dan önce Carlton’a yürüdük. Oradan Lygon Street’te bulunan bir mezarlığın yanından geçtik. Mezarlığı geçerken bizimle gelen amca “Avustralyalılar ölülerini yakıyorlarmış” dedi. Mezarlığın yanında camları olmayan bir bina vardı. Herhalde bu binada yakıyorlardır diye düşündüm.

    Bir müddet daha yürüdükten sonra yüksek duvarlarla çevrili bir binaya vardık. Binanın önünde ‘Zoo’ yazıyordu. Amca bu kez “İşte, hayvanat bahçesi burası” dedi.

    Hepimizi büyük bir heyecan sardı. İçeride hangi hayvanları göreceğimizi bilmiyorduk. Fakat içeri girince ilk olarak filleri gördük. Daha sonra da zürafaları. Fil ve zürafalar Tarzan filmindeki gibiydiler.

    Oradan başka bir bölüme doğru ilerledik. Burası kafesli bir yer idi. Burada maymunlar bulunuyordu. Maymunlar da Tarzan filmindekilere benziyordu.

    Hayvanat bahçesini geze geze yorulduk. Tam eve döneceğimiz vakit İsmail’i kaybettik. Babamla öteki amca onu aramaya gitti. Ama İsmail’i kaybettiklerini görevlilere nasıl izah edeceklerdi?

    Bir müddet sonra babamla öteki amca döndü. İsmail ise yanlarında, ama ağlıyordu.

    Hayvanat bahçesinden evimize tekrar yürüyerek döndük. O gün çok yorulmuştuk zira hayvanat bahçesinde zaten çok yürümüştük.

    Ertesi gün İsmail hayvanat bahçesinde gördüklerimizi Yılmaz’a anlattı. Bunun üzerine Yılmaz, “Bir gün oraya üçümüz birlikte gidelim” dedi. Bu iyi bir fikirdi ama orasını tek başımıza bulabilecek miydik?

    Televizyon seyretmek

    Özellike pazar sabahları televizyonda film seyretme günümüzdü. Her hafta bir Tarzan filmi oynuyordu. Kovboy ve epik denilen filmler de çok oynardı. Onları seyretmek ilgimizi çekiyor ve çok heyecan veriyordu.

    Filmler eski zamanlardaki insanların yaşantısını gösteriyordu. Eskiden insanlar çokça savaş yaparlarmış. Zira televizyondaki filmlerde hep savaşlar vardı. John Wayne adındaki bir adam bütün filmlerde oynuyordu. Neredeyse her hafta televizyonda bir John Wayne filmi olurdu. John Wayne ya asker ya da kovboy oluyordu. Onun başka bir rolde oynadığı görülmezdi.

    Televizyonda bir de ‘Deadly Ernest’ vardı. Onun filmleri perşembe akşamları oynuyordu. Deadly Earnst’ün filmleri korkunçlu idi. Ama biz yine de seyrediyorduk. Cemile de hem korkuyor hem de seyrediyordu. Ama çoğu zaman o filmin ortasında uykuya dalıyordu.

    Televizyonda dört tane kanal vardı. Kanallar çoğu zaman gece 10’da ya da bazen 11’de kapanıyordu. Nadiren kapandıklarını görüyorduk zira kapanmadan önce biz zaten uykuya dalmış oluyorduk.

    Angie’nin babası havuz kurdu

    Avustralya’ya ilk vardığımızda havalar sıcaktı. Ama ilk kışımızı Scotchmer Street’de geçirmiştik. Fakat yılın sonuna doğru havalar tekrar ısınmaya başladı. Arkadaki avlunun ortasında demirden yapılma dörtgen bir çamaşır direği vardı. Angie’nin babası onun altına bir havuz kurdu.

    Havuz yuvarlaktı ama uzunluğu benim boyum kadardı. Derinliği ise diz boyu kadardı. Annemin Ankara’da içinde bizi yıkadığı leğenden biraz daha büyüktü. Adına havuz dediğimiz şey buydu. İşte o havuzda çok yüzdük. Özellikle sıcak günlerde okuldan gelir gelmez soyunup havuzumuzda oynardık. Üç dört çocuk hep birlikte içinde serinlerdik.

    Recep Kuyruk amca geldi

    Bir gün evimizin önünde oynuyorduk. Okullar ve iş yerleri tatilde idi. Annem Yılmaz’ın annesi Sümer yengeyle ön bahçede hem oturuyor hem de yorgan yapmak için yün temizliyorlardı. Evin önünde bir taksi durdu. İçinden Ankara’dan hatırladığım Recep amca çıkıverdi. Elinde açık kahverenginde bir valiz vardı. Recep amca bizim muzur Osman’ın babası idi. Ama Recep amcanın yanında ne Osman, ne Rahime abla ne de Nurettin vardı. Fadime yenge de yoktu. O, Türkiye’den tek başına gelmişti.

    Babam onu, Mehmet Ateş amcanın istekte bulunarak getirdiğini anlattı. Recep amca Avustralya’ya öyle gelebilmiş. Ama Fadime yenge, Osman ve diğerleri daha sonra geleceklermiş. Recep amca “Onların gelmesi biraz zaman alacak” dedi.

    Recep amca babama ‘dayıoğlu’, babam da ona ‘halaoğlu’ diye hitap ediyordu. Babamın babası ile Recep amcanın annesi kardeş imişler.

    Recep amca bizde kaldı. Onun gelmesi evimizi neşelendirdi. Evde oldukları günlerde babamla hiç durmadan sohbet ediyorlardı. Ya köyden ya da Ankara’dan konuşuyorlardı. Recep amca babamdan yaşça büyüktü. Dolayisiyle ondan çok daha şeyler biliyordu. Konuşmalarında misaller veriyor, fıkralar anlatıyordu. Onu dinlemek çok zevkli oluyordu. Eski günlerden çokça bahsediyordu. O konuşurken ilk defa duyduğum şeyler oluyordu.

    Cemile bir gün Recep amcanın elinden tutarak onu köşedeki dükkana götürdü. Orada değişik renklerden yeni emzikler aldırdı. Emzik sayısı gittikçe artıyordu.

    Ankara’da iken de zaman zaman evimizde kalanlar olurdu. Fazlı abi, Mehmet emmim ve Rıza dedem de gelip bizde kalmıştı. Her biri geldiğinde günlerimiz neşeli geçerdi. Gitmelerini hiç istemezdik. Ama Ankara’da işini bitiren ayrılıp giderdi. Fazlı abi Hayriye halamın oğlu idi. Ankara’da kaldığında bizimle ilgilenir, çok vakit geçirirdi. Cemile’nin elbisesine mandallar takardı. Bir süre kaldıktan sonra ne yazık ki o da ayrıldı. Her gelenin ayrılışı bizi üzerdi.

    Mehmet Ateş emmim de geldi

    O yaz tatil günlerinde bu kez de Türkiye’den Mehmet Ateş emmimin geleceğini duyduk. Mehmet emmim babamın en küçük kardeşiydi. Babam onu istek yapmış işi kabul olmuştu. Onun gelmesiyle Avustralya’da köyümüzden iki tane Mehmet Ateş olacaktı. Yeni gelecek olan babamın kardeşiyken, önceki gelen ise babamın Yusuf amcasının oğlu idi. Zaten bu nedenle birbirlerine ‘emmioğlu’ diye sesleniyorlardı.

    Bu iki Mehmet Ateş’i birbirinden ayırmak bazen zor oluyordu. Ankara’da iken de bu böyleydi. Zira adları ve doğum yılları aynı olduğu gibi her ikisinin eşlerinin adları da, Şehrinaz olmak üzere, aynı idi.

    Mehmet emmimle Ankara’da bir süre birlikte oturmuştuk. Biz üç kardeş olarak onu çok seviyorduk. Aslında üç kardeş, Hasan, Hüseyin ve Mehmet olmak üzere amcalarımızın üçünü de çok seviyorduk.

    Emmim de Recep amca gibi Avustralya’ya tek başına gelecekti. Onun da eşi, Şehrinaz yengem, ve çocukları, Hatice ve Bekir sonradan gelecekti.

    Mehmet emmimi karşılamak üzere bir taksi ile havaalanına gittik. Hepimizde bir sevinç ve bir heyecan vardı. Türkiye’den birisi geliyor diye sanki bayrammış gibi seviniyorduk. Geldiğimizden beri ilk defa havaalanına gidiyorduk. Havaalanı Essendon diye bir yerde idi. Avustralya’ya ilk geldiğimizde biz de Essendon’a inmiştik.

    Mehmet emmimi aldık taksi ile eve döndük. Emmim de Recep amca gibi evimizde kalacaktı.

    Mehmet emmim Türkiye’den bir kaç tane yeni plak, babama Türk sigarası, bir şişe kolonya ve bize de birer çift çorap getirmişti.

    Yaz tatilleri bitince babam her ikisini de General Motor’a götürdü. İkisi de o gün işe başladı. Recep amca ‘day shift’ çalışırken Mehmet emmim de ‘night shift’ olarak işe başladı.

    Mehmet emmimin gelişiyle Cemile için emzik alanların sayısı böylece artmış oldu. Emzik koleksiyonu gittikçe büyüyordu. Avustralya’ya tek başına gelipte kendi çocuğunu özleyen Cemile’yi seviyordu. O da gelene bol bol emzik aldırıyordu. Artık her renk ve desenden emzikleri vardı. Onları sıralayıp bir bir sayıyor ardından da oyuncak bebeklerine veriyordu.

    SÜRECEK

    Türkiye’den bizden sonra gelerek aramıza katılan ve babamla halaoğlu-dayıoğlu olan Recep Kuyruk amcamın 1971'de çekilen bir fotoğrafı, 1970’li yıllarda hemen her hafta bir filmi oynayan Amerikalı ünlü oyuncu John Wayne ve ilk defa çeşitli vahşi hayvanları görmeye gittiğimiz Melbourne Hayvanat Bahçesi’nin 70’li yıllardaki hali.

    ÖNCEKİLER

    Okulumuzu Ruslar mı yaktı?

    İsa’nın yüzünden başıma gelenler

    MCG’de maça gittik

    DİĞER BÖLÜMLER

    ÖZEL SAYFA

    ANKET

    EDİTÖRE GELENLER

    MAVİ SAYFA

    SÖZLÜK

    CRIME STOPPERS