Özel Sayfa herkese
açık. Bu bölümde
sizden gelenlere de
yer vereceğiz.
Anı, fotoğraf, ilginç
bulduğunuz haber ve yazıları
editor@turkishreport.com.au
adresine gönderebilirsiniz.
  • 13 Şubat 2025 Perşembe
  • Avustralya’nın Türkçe sesi
  • Menü Simge

    ANI

    ÖNCEKİLER

    Show and Tell

    HER sabah derse başlamadan önce sınıfta ‘Show and Tell’ bölümü vardı. İsteyen öğrenci sınıfın önünde sıraya geçerek ya birşey gösterip tanıtıyor ya da başından geçen ilginç bir olayı anlatıyordu. Diğer öğrenciler de dinliyor ve soru sorabiliyorlardı.

    Okula başlayalı ne Abbottsford’daki ne de bu okulda hiçbir zaman 'show and tell' için sıraya girmedim. Anlatamam ya da getirip gösterdiklerim ilginç bulunmaz diye bunu yapmaktan çkiniyordum. Ama diğer çocuklar evlerinden getirdikleri oyuncak ya da süs eşyası gibi şeyleri gösteriyorlar ya da hafta sonunda yaptıklarından bahsediyorlardı.

    'Show and Tell' bölümünde bir gün bir çocuk çıktı ve “Dün akşam yemekte biftekle haşlanmış patates ve havuç yedik. Sonra annem ev işleri yaparken babam da gazetesini okudu. Ben de yanlarında televizyon seyrettim” dedi.

    Bir kız da yeni aldığı bir oyuncağı göstererek “Bu oyuncak bebeği babam aldı. Onun en çok saçlarını seviyorum” dedi.

    Ben de birşey göstereyim ya da anlatayım diye 'Show and Tell’e çıkmak için uzun bir süre düşündüm. Çıkacaktım ama ne anlatacaktım? Neyi gösterecektim?

    “Dün akşam annem mantı ve bulgur aşı pişirdi. Ardından da bir tepsi baklava yaptı” mı desemdi?

    Ya da “Yılmaz ve İsmail’le sokakta dalya oynadık” ve “Akif amcalarla çiftlikten koyun almaya gittik” mi desemdi?

    Öğrenciler ya mantının ne olduğunu bilmiyorlarsa? Mantıyı nasıl izah ve nasıl tarif edecektim?

    Zaten okulda dalya oynamasını da bilen yoktu. Anlatamamak başlı başına bir dertti.

    Ya anlattıklarımla alay edilse, sınıfta bir kahkaha kopsa?... Daha kötüsü, öğretmen de çocuklarla birlikte gülse, o zaman ne yapardım, halim ne olurdu? Herhalde o okulun kenarından bir daha geçemezdim.

    İşte bu nedenle bir yıl boyunca 'göster ve anlat' bölümünde hiç bulunmadım. Hep başkalarının anlattıklarını dinledim, hep başkalarının gösterdiklerine baktım.

    Fakat artık ikinci sınıf öğrencisiydim. Artık İngilizceyi iyi konuşuyordum. Herşeyi rahatlıkla anlatabiliyordum. Artık ben de göster ve anlat’a çıkacaktım.

    Are You My Mother?

    Nicholson Street ve Scotchmer Street köşesinde bulunan State Bank’ın karşısında İsmail’le arada bir uğradığımız bir dükkan vardı. O dükkanda gazete, kitap, mecmua ve hediyelik eşyalar satılıyordu. Okuldan dönerken bazen oraya uğrayıp ne var ne yok diye bakardık. Ama paramız olmadığı için hiçbir şey almazdık.

    Birgün yine o dükkana uğradığımızda orada birinci sınıfta iken öğretmenim Miss Preston’ın sınıfta okuduğu “Are You My Mother?” adlı kitabı gördüm. Kabuğundan çıkan yavru bir kuşun anasını ararken başından geçen maceraları anlatan bir kitaptı. Nihayetinde annesine kavuşan yavru kuşun hikayesi mutlu bir sonla bitiyordu. Bu kitabı ve içindeki hikayeyi çok sevmiştim.

    Kitap yepyeni, gıcır gıcır idi. Kitabın kokusu bile değişikti. Okuldakiler böyle kokmuyordu. Ama üzerindeki fiyat $1.15 idi. Bu parayı şimdi nasıl bir araya getirecektim?

    Eve gidince annemin ve Mehmet amcamın verdiği paralar vardı. Saydım ama yetmedi. Anneme kitap almak istediğimi söyledim. Paramın yetmediğini belirttim. Annem üstünü tamamladı. Artık kitabı alabilecek kadar param olmuştu. Sevincimden o gece zor uyudum.

    Ertesi gün okulda günü zar zor ettim. Sınıf arkadaşım Paul’a okul çıkışında bir kitap alacağımı söyledim. Paul neredeyse benim kadar heyecanlı ve sevinçli idi. Kendisine “Yarın okula getirdiğimde sen de bakarsın” dedim.

    Okul saati nihayet bitince gittim dükkandan o kitabı aldım. Dükkan sahibi onu güzel bir kağıda sardı. Kitap aldım diye adam da çok sevindi.

    Kitabı iki elimle göğüsüme basarak büyük bir mutlulukla dükkandan çıktım. Zira hayatımda ilk defa bir kitap almıştım.

    Daha önce Akdere’de Bakkal Haydar’dan çok defa eve ekmek ve bazen de kendime gofret almıştım. Ama onlar yenecek şeylerdi. Bu ise başkaydı. Yenebilecek birşey değildi. Devamlı tutulabilecek birşeydi. İşte kitap almanın verdiği sevinç bambaşkaydı.

    Yolda kitabı bazen ben bazen de İsmail taşıdı. Kitabı görünce Cemile de çok sevindi. Zira bu kitap bizimdi. Evimize aitti. Onu her istediğimiz zaman ve heryerde okuyabilecektik.

    Kitabı önce ben okudum. İsmail ve Cemile hem dinlediler hem de resimlerine baktılar. Daha sonra İsmail okudu. Bilmediği kelimelerde yardımcı oldum. Cemile okula gitmediği için okumasını bilmiyordu.

    O kitabı o gün en az on kez okuduk. Ve her okuyuşumuzda ilk defa okuyormuş gibi heyecanla okuduk. Sonunda neredeyse kitabı tümüyle ezberledik.

    Bizim evdeki kitap sayısı bununla üçe yükselmiş oldu. Birincisi annemin küçüklüğünden kalan Kur’anı Kerim'i, annemin Türkçe öğrenmesinde kullanmak için Ankara’dan aldığımız Karacaoğlan Şiirleri kitabı ve de ‘Are You My Mother?’ hikaye kitabı.

    Show and Tell’e çıktım

    Ertesi gün kitabımı büyük bir gururla okula götürdüm. Okul öncesinde avluda arkadaşlarıma gösterdim. Gören bütün çocuklar imrendiler. Sırayla baktılar. Arkadaşım Paul’un çok hoşuna gitti.

    Bugün ‘Show and Tell’e muhakkak çıkacaktım. Artık benim de anlatacak ve gösterecek birşeyim vardı. O güne kadar hiç kimse Show and Tell’e kitap getirip tanıtmamıştı. İlk defa bunu ben yapacaktım. Hem de ilk defa yapacağım konuşmamda.

    Show and Tell bölümünde çocuklar sıraya geçmeye başladılar. Ben kalktım ve sıranın en sonuna geçtim. Fakat daha sonra Paul geldi arkama değil önüme geçti.

    Çok heyecanlı idim. İlk defa çocuklara birşey anlatacaktım. Sırası gelen çoçuk hem anlatmaya hem de göstermeye başladı. Sıra yavaş yavaş bana doğru geliyordu. Paul’dan önceki bir kız öğrencisi idi. O da birşeyler anlattı.

    Sıra Paul’a geldi. Ama elinde hiçbir şey yoktu. Demek ki birşeyler anlatacaktı. Paul “Bugün en iyi arkadaşım Kazım size yeni almış olduğu kitabını gösterecektir. Ben kitabı gördüm ve çok beğendim. Umarım siz de beğeneceksiniz” diye bir açılış konuşması yaptı.

    'Show and Tell' tarihinde böylelikle bir ilk yaşanmış oldu. Bir öğrenciyi diğer bir öğrenci sınıfa takdim etmiş oldu.

    Paul’un böyle yapması beni değişik duygulara itti. Aynı anda hem heyecanımı artırdı hem de sakinleşmemi sağladı. Anlatmaya gelince “Dün okuldan sonra annem ve amcamın vermiş oldukları paralarla işte bu kitabı satın aldım. Bu kitabı geçen sene Miss Preston sınıfta bize okumuştu. Kitabı çok sevmiştim. Dükkanda görünce kendime satın almak istedim” diyerek kitabı gösterdim.

    Bütün öğrenciler hep birlikte “wow” yaptılar. Bu ilgiye çok sevindim. Miss Preston da çok sevindi.

    Sınıfımızda sarı saçlı mavi gözlü Christine adında bir kız vardı. Sınıfın en güzel kızıydı. Bir ara bakarken “İyi yaptın” manasında bana göz kırptı.

    Miss Preston “Kazım ver şimdi o kitabı bütün sınıfa okuyayım” dedi ve kitabı alarak okumaya başladı. Bütün çocuklar huşu içinde o hikayeyi dinledi. Ben ise hem utanıyor hem de mutluluk içerisinde onlarla birlikte dinliyordum.

    SÜRECEK

    South Brunswick Primary School, PD Eastman tarafından yazılan 'Are You My Mother?' adlı hikaye kitabı, Karacaören Köyü’ndeki doğduğum evin şimdilerdeki hali.

    ÖNCEKİLER

    Okulumuzu Ruslar mı yaktı?

    İsa’nın yüzünden başıma gelenler

    MCG’de maça gittik

    DİĞER BÖLÜMLER

    ÖZEL SAYFA

    ANKET

    EDİTÖRE GELENLER

    MAVİ SAYFA

    SÖZLÜK

    CRIME STOPPERS