ANNEM ve babam eşyalarımızı kutulara yerleştirdi. Bazı şeyleri ise çarşafa sardılar. Üç kardeş hem yardımcı oluyor hem de flatlara taşınmanın sevincini yaşıyorduk.
Taşınacağımız günün sabahında annem işe gitti. O gün 1971 yılının son çalışma günü idi. Kardeşimle ben zaten önceki haftadan beri tatile ayrılmıştık.
O gün bir taksiye bindik ve flatlara gittik. Bizim dairemiz 11. kattaydı. Kapı numarası da 111'di. Flatımız Brunswick Street üzerindeki 140 numaralı blok idi. 140 numaralı blok yepyeniydi. İnşaatı yeni bitmişti. Blok ilk defa bizim gibi Avustralya’ya yeni gelmiş ailelere açılmıştı. Flatta ilk oturanlar arasında biz de olacaktık. Binada tam 200 tane daire vardı. Ama henüz bizim dışımızda sadece bir kaç aile taşınmıştı. Bunun dışında koşkoca bina bomboştu.
Binada iki adet asansör vardı. İlk defa asansöre Richmond’daki flatlarda binmiştik. Asansörün içi taşınan eşyalardan zedelenmesin diye özel bir kumaşla kaplanmıştı. Ufak olan eşyaların taşınmasında babama yardımcı olduk. Eşyaların çoğunu salona yığdık. İşten geldiğinde annem onları yerine yerleştirecekti.
Öğleden sonra babam bizi bıraktı işe gitti.
“Anneniz işten gelinceye kadar bir yere kımıldamayınız” diyerek tembih etti.
Annemin gelişini beklerken flatımızı inceledik. Dairemiz üç odalı idi. Yatak odalarının birinde İsmail’le ben, diğerinde de Cemile kalacaktı. Flat yeni olduğu için odaları hâlâ boya kokuyordu. Fakat herşeyi yepyeni ve pırıl pırıldı. Bugüne kadar oturduğumuz evlerin tümünden çok güzeldi. Sıcak su için kazan yoktu ama banyo ve mutfakta sıcak su vardı. Asansörün bulunduğu bölümde bir de çamarşırhane vardı. Orada iki tane çamaşır, bir sıkma, bir de kurutma makinası vardı. Bizim de çamaşırlarımız elde değil artık makinede yıkanacaktı.
Annem nihayet işten geldi. Flatımızı ilk defa görüyordu. Annem derhal işe başladı. Önce mutfak eşyalarını yerine yeşleştirdi. Ardından da yatak odalarımızı hazırladı. Banyo, tuvalet ve salondaki işleri bitirince bize güzel bir yemek yaptı. Bu bizim, flattaki ilk yemeğimiz olacaktı.
O gün çöp kutusunun dolmasını sabırsızlıkla bekledim, zira onu boşaltmak istiyordum. Çamaşırhanenin duvrarında çöplük için özel bir delik vardı. Çöpler o delikten aşağa atılıyordu. En büyük ben olduğum için çöpü atma işini ben yapacaktım.
Ertesi gün Yılmaz’ı bulduk, zira onlar bizden birkaç gün önce taşınmışlardı. Yılmaz bize hem heryeri gösteriyor hem de önceden taşınan komşularımızı tanıtıyordu.
Yılmaz çok heyecanlı idi.
“Flattaki bütün Türkler'in evlerini biliyorum” dedi.
Flatlara hergün çok sayıda insan taşınıyordu. İkiyüz tane daire yavaş yavaş dolmaya başladı. Aileler yerleştikçe flatlar kalabalıklaşmaya başladı.
Flatımıza en çok Türk, İspanyol, Makedonyalı ve Yugoslavyalılar taşındı. Ama aralarında Avustralyalı ve İngiltere’den gelmiş olanlar vardı.
Flatlara taşınan Yugoslavyalılar'ın bazıları Boşnak imiş. Boşnaklar'ın bazıları Kıbrıslılar gibi Türkiye’den gelmedikleri halde Türkçe biliyorlardı. Makedonyalılar arasında da Türkçe bilenler vardı. Victoria Market’teki Yunanlar gibi onlar da Türkçe konuşuyorduı. Babam bir defasında işyerindeki Batı Trakyalı ve Arnavut olan arkadaşlarından bahsetti. Onlar da Türkiye’den olmadıkları halde Türkçe konuşuyorlarmış.
Bunu Yılmaz’a anlattım. Yılmaz “Türkçe sadece Türkiye’de değil dünyanın heryerinde konuşuluyor” dedi.
Apartmana taşınmakta olan ailelerin yanlarına gidiyorduk. Özellikle kadınların yüzlerinde mutluluk vardı. Kadınlar birbirlerine çok beğendiklerini ve çok memnun kaldıklarını söylüyorlardı.
“Flatlar çok yeni ve temiz” diyorlardı. Demek ki onlar çok iyi olmayan evlerden gelmişlerdi.
İbrahim Göçol
Flatlara taşınalı henüz bir hafta olmamıştı. 1971 yılının Christmas Day’i idi. Flatların altında İsmail’le hem geziniyor hem de etrafa bakınıyorduk. Yaz ayıydı ama o gün serin bir hava esiyordu.
Oturduğumuz flatın dibindeki parkta ufak bir tümsek bulunuyordu. Orada iki çocuk vardı. Onlar da etrafa bakınıyorlardı. Büyük olan oğlanın üzerinde bir mont, başında da kulaklıkları yünlü, kenarı iliklenmiş deriden yapılma kahverengi bir kalpak vardı. Elleri cebinde sağa sola bakınarak çevreyi dikkatlice süzüyor ve inceliyordu.
Bu iki çocuk uzaktan bile Türk’e benziyordu.
Tanışmak için yanlarına yaklaştık:
- Adın ne?
- Benim adım İbrahim Göçol.
Dirseğiyle göstererek:
- Bu da küçük kardeşim, Mustafa. Bir de Mehmet abim var. Biz Yozgatlıyız. Akdağmadenli. Bu flatta oturuyoruz. Sekizinci katta, 81 numaralı dairede. Bana İbo diyebilirsiniz, çünkü annem bana İbo diyor.
Oğlana tek bir adını sordum o ise bütün hayat hikayesini anlattı. Yozgatlılar hep mi böyleydi? Yılmaz da, Erhan da Yozgatlı’ydı ama İbrahim onlardan farklıydı.
- Benim adım Kazım Ateş. Bu da İsmail.
- Başka kardeşin var mı?
- Bir de kız kardeşim Cemile var.
- Kaçıncı katta oturuyorsunuz?
- Onbirinci kat, 111 numara.
SÜRECEK