YAZ tatillerinin sonu nihayet geldi. Okul için hazırlıklar başladı. Herkeste bir telaş bir merak vardı. Acaba kim, hangi okula ve hangi sınıfa gidecekti?
Fitzroy flatlarında yaşayan çocuklar için iki tane ilkokul vardı. Biri Fitzroy’daki George Street Primary School, diğeri de Collingwood’daki Cambridge Street Primary School idi.
Scotchmer Street, North Fitzroy’dan gelenler olarak ben, İsmail, Cemile, Yılmaz, Hacer, Erhan ve Erol Cambridge Street İlkokulu'na gidecektik. Bizimle birlikte Gülay, Yaşar ve Murat kardeşler, Feyaz ve kız kardeşleri ile aynı okula yazılacaktı.
Fakat öte yandan İbo, Mehmet ve Mustafa Göçol kardeşler, Davut, Arif ve Seher Kartal kardeşler Selim Baltacı’yla birlikte George Street’deki okula gideceklerdi. Flatımızdaki arkadaşlar olarak böylelikle ikiye bölünmüş olduk.
Mehmet Yöndemli amca Erhan ve Erol’u bana emanet etti. “Bu çocukları okula sen götürüp getireceksin” dedi. “Okulda onlara göz kulak olacaksın” diye de sıkı sıkı tembih etti.
Okula gidecek olanlar arasında Cemile de vardı. O, ilk defa okula ve de hazırlık sınıfına gidecekti.
Okulun ilk günü Şubat’ın ilk salı günüydü. O gün sabah yola koyulduk. Flatlardan Gertrude Street’e doğru yürüdük. Orada okula giden kalabalığı takip etmeye başladık. Uzunca bir yürüyüşten sonra önce George, daha sonra da Gore Street’i geçtik. Nihayet Fitzroy ve Collingwood semtlerini bölen Smith Street’e vardık.
Smith Street’den önce sağ döndük. Bir müddet sonra Derby Street’ten sola dönerek tepeden aşağa doğru ilerledik. Okul Cambridge Street üzerinde idi ama biz Oxford Street’ten giriş yaptık. Okulumuza varmak için yaklaşık yarım saat yürümüş olduk.
Cambridge Street İlkokulu iki yıl içinde gittiğim dördüncü okul olacaktı. Abbotsford, North Fitzroy, South Brunswick ve Cambridge İlkokullarının dördü de birbirine benziyordu. Eski görünümlü, iki katlı binalar ve betondan avluları vardı.
Yılmaz tatillerde ailesiyle birlikte birkaç kez Broadmeadows diye bir bölgeye gitmişti. Orada hem Yozgatlı aileler hem de başka Türkler de varmış. Oralarda gezerken Dallas ve Coolaroo adlı bölgelerdeki okulları görmüş.
Avluları çok büyük ve yeşil sahaları varmış. Binaları tek katlı ve üstelik çok yeniymiş. O okullarda okuyanların yarısı neredeyse Türk çocuklarından oluşuyormuş. Okullar uzakta değil, evlerin hemen yanıbaşında imiş.
Yeni sınıf
Okulun ofisinde bizi kayıt ettiler. Sonra herbirimizi birer sınıfa gönderdiler. Ben üçüncü, İsmail ikinci ve Cemile ise hazırlık sınıfına gidecekti. Benim sınıfım okulun ikinci katındaydı. Tavanı çok ama çok yüksekti. O katta birbirine bitişik başka sınıflarda vardı.
Öğretmenimiz sınıfın önündeki masada oturuyordu. Hem bize bakıyor hem de birşeyler yazıyordu. Bugüne kadar öğretmenlerimin hepsi kadındı. Ama bu öğretmenim ise bir erkekti. Avustralya’da ilk defa bir erkek öğretmenim olacaktı. Ama Türkiye’de okula hiç gitmediğim için orada ne erkek ne de kadın öğretmenim olmamıştı.
Öğretmenimiz zayıf, uzun boylu, güleç, saçlı ve sakallı idi. Üzerinde kül renginde bir hırkası vardı.
Hepimiz yerimizi alınca kalktı ve bize önce kendisini tanıttı.
“Benim adım Mister Young. Genç birisiyim. Zaten adım da Mister Young. Ben Tasmania’da doğdum ama Melbourne’da yaşıyorum. Ufakken hep bir öğretmen olmak istedim. Şimdi de öğretmenlik yapıyorum. Benim sınıfımda olduğunuz için mutlu oldum. Umarım bu yıl çok güzel geçecek” dedi.
O sabah Mister Young bize yaz tatillerinde yaptıklarını anlattı. Sonra da bizim yaptıklarımızı anlatmamızı istedi. Her birimizi, sırasıyla okuyarak, ayağa kaldırdı.
Bütün öğrenciler tek tek tatilde neler yaptıklarını anlattılar. Bir çocuk adını ilk defa duyduğum Queensland’a gittiğini anlattı. Başka bir çocuk ailesiyle gezdiği yerleri tarif etti. Ben de tatilde hemen hemen hergün arkadaşlarımla havuz gittiğimi anlattım.
Sınıfımda üç tane Türk öğrenci vardı. Üçü de kızdı. Üçü de bizim gibi Fitzroy flatlarında oturuyordu. Adları Gülcihan Bülbül, Nuriye Köse ve Füsun’du. Gülcihan’ın Nurcihan ve Ayşe adında kız kardeşleri vardı. Onlar başka sınıfta okuyorlardı.
Sıra arkadaşımın adı ise Baki idi. Soyadı Murat’mış. Ama anlattığına göre kendisi Amerikalıymış. Bana “Annem babam Avustralya’ya gelirken ben uçakta doğdum” dedi. Baki Murat çok değişik bir çocuktu.
Öğretmenimiz ilk iş olarak sınıftaki görevlileri belirledi. Sabah süt geldiğinde onları sınıfa ben ve Baki taşıyacaktık. Kara tahtayı ve silgileri kızlar temizleyecekti. Sipariş edilen öğle yemeklerini başka öğrenciler getirecekti.
Mister Young “Yılın ilk günü olduğu için biraz müzik yapalım” dedi. Uzunca bir çantadan bir enstruman çıkardı. “Bu bir gitardır. Bunu bana annem aldı” dedi.
Ardından “We All Live İn The Yellow Submarine” adındaki şarkıyı hem çaldı hem de söyledi. İki tane daha şarkı söyleyince teneffüs için zil çaldı.
Teneffüste İsmail ve Cemile’yi aradım. Ama ikisi de arkadaşlarıyla oynuyordu. İsmail "sand-pit"te, Cemile de "monkey bars"larda flattan arkadaşı Neriman’la idi.
Okul bitince avlunun ortasındaki "momument"ta buluştuk. "Monument" betondan yapılmış bir bayrak direği idi. Kardeş ve yakın arkadaşlar orada buluşuyordu. Biz de orada buluştuk.
Geldiğimiz yoldan tekrar eve dönmek üzere hep beraber yola çıktık. Biz Türk çocuklar olarak hepimiz tek başımıza idik. Fakat birçok Avustralyalı çocuğu annesi almaya gelmişti. Biz de onları takip ederek flatlarımıza döndük.
O yıl okula hep böyle gelip gittik. Bazen yağmura yakalandığımız zamanlar oldu. Bazen de yolda bizden büyük olanların musallatına uğradık. Avustralyalı annelerin yanında giderek kendimizi korumaya çalıştık.
Önlüksüz okul
Okulumuzda önlük giyme yoktu. Daha önceki okullarda da zaten yoktu. Ama bazı babalar bu durumu yadırgıyorlardı. Hatta kızdıkları oluyordu. Kendi aralarında okul, öğretmen ve öğrencilerin hakkında çok kötü şeyler konuşuyorlardı:
- Önlüksüz okul mu olur?
- Günlük elbise ile okula mı gidilir?
- Bunlar öğretmen olsa ne yazar?
- Öyle saçlı sakallı öğretmen mi olur?
- Çocukların bile saçı çok uzun.
- Bu çocuklar bu okullarda birşey öğrenemez.
- Öğretmenler çocuklara ödev vermiyorlar.
- Çocuklar okulda çok rahatlar.
- Biz Türkiye’de sınıfta çıt çıkaramıyorduk.
- Biz öğretmenin gölgesinden korkuyorduk.
- Biz öğretmen deyince kaçacak delik arıyorduk.
- Buradaki çocuklar öğretmenin tepesinden inmiyorlar.
- Bu hippi kılıklı öğretmenler bizim çocuklara birşey öğretmez.
- Bizim çocuklar bu ülkede adam olamaz.
SÜRECEK