OKULDA neredeyse hergün sabah ve öğle teneffüslerinde footy ya da kriket oynuyorduk. Footy kış aylarında, kriket ise yaz aylarında oynanmaktaydı.
Footy’nin topu meşinden yapılmış olmasına rağmen futbol topu gibi yuvarlak değildi. Footy topu daha çok yumurta ya da uzunca olan bir karpuza benziyordu.
Top kırmızı renkliydi. En iyisi olanının üzerinde Sherrin yazıyordu. Bir de Ross Faulkner yazılı olanı vardı.
Footy topları çok pahalı idi. Bu nedenle herkeste yoktu. Bizde bir tek İbrahim’in abisi Mehmet Göçol’da vardı. Her haftasonu biz onun topuyla oynuyorduk.
Türkiye’den gelen yetişkinler footy maçlarını ciddiye almıyordu. Hatta onunla alay ediyorlardı:
- Bu da top mu ya!
- Futbol dediğin yuvarlak olur.
- Top elle tutulmaz ki.
- Bu bir oyuna değil, kavgaya benziyor.
- Birbirlerinin üzerine atlayıp zıplıyorlar.
- Kim ne yapıyor belli değil.
- Oğlum bundan futbol olmaz.
- Footy oynayandan adam olmaz.
- Gidin yuvarlak topla oynayın.
Fakat okulda oynayacak başka bir oyun yoktu. Yuvarlak olan toptan ise hiç yoktu. Oynayacaksan eğer ya kriket ya da footy oynayacaktın.
Türk çocukları çok kısa bir zaman içinde iyi bir footy’ci oldu. Beşinci ve altıncı sınıfta olanlar okulların takımlarına girdi.
Beşinci sınıfta olan Yılmaz Cambridge Street İlkokulu’nun footy takımında oynuyordu. Altıncı sınıfta olan Mehmet de George Street İlkokulu’nun takımındaydı.
Okul takımları birbirleriyle maç yapıyordu. Bazen Cambridge Street, George Street’e karşı oynuyordu.
Akşam Yılmaz’la Mehmet bize oynadıkları maçı anlatıyorlardı. Cambridge Street’in takımı zayıftı. George Street de çok güçlü değildi. Cromwell Street Okulu en iyi takımdı.
Cambridge Street neredeyse her hafta maçı kaybetmiş olarak dönüyordu. Fakat Yılmaz ve başka Türkler'in girmesiyle okulun takımı güçlendi. Artık her hafta mağlup olarak dönmüyorlardı. Arada zayıf okullara karşı kazandıkları da oluyordu.
Mehmet aramızda en iyi footy oyuncusuydu. Her maçta en çok gol atanlar arasında oluyordu. Topa vurunca çok uzaklara gönderebiliyordu.
Okulda çok kısa bir zaman içerisinde üçüncü sınıfın en iyi oyuncuları arasına girdim. Avluda maç yaparken birçok çocuk benim oynadığım takımda oynamak istiyordu.
Footy’yi benden önce iyi oynayan çocuklar bu durumdan pek hoşlanmadı. Takımım çok iyi oynuyor diye maçta zorluk çıkarıyorlardı. Bazen işi kavgaya çeviriyorlardı.
Flatlarda footy maçları
Fitzroy’daki çocuklar olarak footy’yi çok iyi oynuyorduk. Hem de onu oynamayı çok seviyorduk.
Fitzroy Town Hall’un arkasında kalan bir peynir fabrikası vardı. Fabrikanın üzerinde Perfect Cheese yazıyordu. Duvarında yazılar ve yeşil, beyaz ve kırmızı renginde bir şekil vardı. Orası İtalyanlar’a aitmiş. O fabrikada peynir yapılıyormuş.
O fabrikanın ön tarafında dörtken şeklinde bir yeşil saha vardı. Her cumartesi sabahı saat 10’da o sahada buluşuyorduk. Mehmet ve İbrahim Göçol kardeşler, İsmail ve ben, Yılmaz, Selim, Feyyaz, Davut ve Arif Kartal kardeşlerle her hafta orada maç yapıyorduk.
Mehmet çok iyi oynadığı için onu iki oyuncu yerine sayıyorduk. Geri kalanımız iki kaptanın seçimine göre takımlara ayrılıyorduk.
Takımlar zaten her hafta neredeyse aynı oyunculardan oluşuyordu. Fakat Mehmet’in takımı bir eksik oyuncu olduğu halde birçok maçı onun takımı kazanıyordu.
O sahada oynamak önce biraz zor oluyordu. Zira peynir fabrikasından annemin ifadesiyle "leş gibi" bir koku geliyordu. Ama topa başlayıncaya kadar o kokuya alışıyorduk.
Bazı haftalarda daha kalabalık olduğumuzda peynir fabrikası yerine başka yerde oynuyorduk.
Fitzroy havuzunun yanında, Alexandria Parade üzerinde bir saha vardı. O saha peynir fabrikasının yanındakinden daha büyüktü. Evimizden uzaktı ama kalabalık olduğumuzda oraya gidip oynuyorduk.
Çoğu zaman bir maç oynuyorduk ama hızımızı alamadıysak takımlarda değişiklikler yaparak iki maç yapıyorduk. Nefesimiz kesilinceye oynuyorduk.
Koşturmaktan adeta bayılıp yere düşüyorduk. Havuzun açık olduğu günlerde ise maç sonrasında bir de havuza gidip yüzüyorduk. Günün bitiminde eve birer ölü gibi dönüyorduk.
Footy kartları
Bakkallarda Sanlens adında 5 sente paket içinde satılan bir ciklet satılıyordu. Paketin içinden bir tane sakız beş tane de footy kartı çıkıyordu.
Footy kartları çeşitli takımların oyuncularına aitti. Ama paketten çıkan sakız iyi değildi. İçindeki kartlar alındıktan sonra çoğu zaman çiğnemeden sakız çöpe atılıyordu.
Kartlarda iyi olan oyuncuların fotografları vardı. Onları okula getirip birbirimize gösteriyorduk.
Kartlarla bir de oyunlar oynuyorduk. Oyunu kazanan miskette olduğu gibi kartı kazanıyordu.
Oynanan oyunların arasında kartı en uzağa fırlatmak oyunu vardı. Bu benim en çok sevdiğim oyundu. Zira kartı bir füze gibi çok uzaklara fırlatabiliyordum.
En uzağa en yeni olan kartlar fırlıyordu. Bu oyunla çok sayıda kart sahibi oldum. Hatta dükkandan yeni kart almam gerekmiyordu.
1972 yılının en iyi oyuncuları arasında Collingwoodlu Peter McKenna ve Hawthorn’lu Peter Hudson vardı. En çok onların kartları tutuluyordu. Kart takasında onların kartı iki sayılıyordu. Collingwood ve Hawthornlu olmayanlar bile onların kartını biriktiriyordu.
Ama en çok Collingwood, Carlton ve Richmond takımlarının kartları biriktiriliyordu. En az ilgi gören kartlar ise Footscray, Melbourne ve North Melbourne takımlarına aitti.
Benim yaklaşık 300 tane kartım oldu. Çoğunu okuldaki oyunlardan kazanmıştım.
Bazı çocuklar çok beceriksizdi. Kart oynamasını hiç de iyi yapamıyorlardı. Her gün, yeni aldıkları gıcır gıcır kartlarını, kaybediyorlardı. O çocuklarla oynamak istemiyordum. Zira iyi oynamasını bilmeyen çocukların kartlarını alınca üzülüyordum.
SÜRECEK